Barış İçin Aktivite
Barış I Eirini I Peace I Aşiti

29 EKIM 1923 İttihat Terakki ile başlayan terör döneminin kurumlaşmasından başka bir şey değildir

0 386

Yannis Vasilis Yaylalı

Ermeni soykırımı Osmanlı döneminde yaşandığı için Kemalizm ile dahi tam hesaplaşmayanlar Bir noktaya kadar yaşanan Ermeni soykırımını kabul ediyorken, bize yani Pontoslu Rumlara gelince işler biraz karışıyor, açık söylemek gerekiyorsa Türkiye Sol’unun büyük bölümü ve Kürt hareketi de dahil kafa karışıklığı yaşıyor diyebiliriz. Kemalist cumhuriyetinin çeşitli tarihleri manipüle etmek için sözde resmi bayramlar olarak ilan ettiğini biliyoruz. Bunlardan bazıları 23 Nisan 1920 (çocuk bayramı) ,19 Mayıs 1919 (Gençlik ve Spor Bayramı) ve önümüz günlerde yaşanacak olan 29 Ekim 1923 (Cumhuriyet Bayramı) gibi sayabiliriz. İşte 23 Nisan, ardından gelen günü yani Ermeni soykırımı yıldönümünü perdelemek, ayrıca Pontos soykırımını yürüten meclisin bu özelliğini de saklamak amacıyla kutlana gelmiştir.

19 Mayıs 1919’a gelince amacı Pontos Soykırımını gözlerden uzak tutmak ve perdelemek amacını taşır. Biz Rumlara( Kücük Asya ve Pontos) soykırım iki aşamada tamamlandı. İlk dönem hemen balkan savaşları sonrası İttihat Terakki Cemiyetinin Bab-i Ali baskınıyla Osmanlıya darbe yapıp iktidarı geçirmesiyle beraber başlar. İttihat Terakki başladığı yerde değildir, azgın bir milliyetçiliği devreye sokmuştur ve parça, parça, adım, adım Türkler dışında yaşayan halkları Türk yurdu yapmaya çalıştıkları yerlerden kovacaklardır. Talat Paşa’nın emrinde olduğu kendilerine tahsis edilen yerlere gitmek istemeyenler için şu talimatı vermişti ‘Müslüman kardeşlerimize sözlü olarak şu talimatı vermelisiniz, Rumları ayrılmaya ikna etmek için her türlü aşırılıklardan yararlanabilirsiniz’. Bu ve sonrası birçok talimatlar ile 1914 yılı itibarıyla önce Trakya Rumları, Ege Rumları ile başlayan ve devamında 1918 yılında Pontos Rumları ile tamamlanan ilk süreçte, 500 binin üzerinde insanımız yerinden yurdundan edilmiş ve ölüm yürüyüşlerinde, çete katliamlarında 100 binlerce insan bu süreçte katledilmiştir.

Bu dönem Pontos soykırımın ilk dönemi olsa da asıl ölümcül darbeyi, soykırımı tamamlayacak süreç Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da çıkmasıyla olacaktır, Kücük Asya’da olduğu gibi çeteler de bu işin içerisindedir ama Mustafa Kemal bunu yeterli bulmaz bu duruma ek olarak Pontos soykırımının hızlı şekilde tamamlanması için için özel olarak Merkez ordusu kurulur ve başına başına Nurettin Paşa getirilir. Bir tarafta da Kürtlerin-Ermenilerin ve Rumların kanı elinde olan cani Topal Osman gibi çeteler, Bir tarafta Topal Osman’dan hiç de aşağı kalmayan Merkez ordusu ve Nurettin Paşa Mustafa Kemal’in himayesi ve önderliğinde soykırım tamamlanmıştır. Tüm bu süreçlerin sonunda yaşanan soykırımda 353 bin insan katledilmiş, 100 binlerce insan yerinden yurdundan edilmiş ve binlerce kadına tecavüz edilmiş ve 10 binin üzerinde çocuk ailelerinden çalınmış hala akıbetleri bilinmemektedir. Halkımızın geride kalan mallarına el konulmuş, yüzlerce, binlerce okul ve kilise, tarihi binalar yakılmış ve yıkılmıştır. Neredeyse Pontoslu Rum halkının varlığı komple silinmeye, yok edilmeye çalışılmıştır. Tüm bunlardan dolayı Pontoslu Rumlar ve genel olarak Helenler Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkış tarihi olan 19 Mayıs 1919 tarihini soykırım için başlangıç tarihi için değilse de soykırımın tamamlanması noktasındaki belirleyiciliği yüzünden bu tarihi kara gün, soykırım günü olarak kabul ederler

29 Ekim 1923 (Cumhuriyet Bayramı) ise; İttihat ve Terakki dönemi terör ve darbeler dönemi olarak bilinir, Mondros antlaşması sonrası Birinci emperyalist savaşın kalabalığında Ermeni soykırımını yapan İttihat ve Terakki Cemiyetinin ilk kadroları bu suçlarından dolayı yargılanıp ağır cezalara çarptırılınca Almanların yardımıyla kaçarlar. İttihat ve Terakki’den geride ise Mustafa Kemal de dahil ikincil kadrolardı. Bu ikincil kadrolar da Mustafa Kemal öncülüğünde bu coğrafyanın II. Abdülhamit ile başlayan, İttihatçılar ile devam eden Türkleştirilmesi projesini Pontos Soykırımı ile tamamlayarak İttihat Terakki ile başlayan terör döneminin kurumlaşmasından başka bir şey değildir. Elbette terörizmi cumhuriyet yoluyla kurumlaştıranlar çok çeşitli yollarla bunu saklamaya çalışacaklardı. Bunlardan biri de zoraki bayramlardır, tabi ki bu sadece mekanizmalardan biridir, daha onlarca tuzaklar vardı. Birinden kaçsanız sizi başka zayıf noktanızdan yakalıyor. Kemalizm ile doğru hesaplaşamayan güçler bizi anlamakta güçlük çektiler. Terörizmin kurumlaşması olan faşist cumhuriyetten ilericilik çıkarmak için bir sürü hayali nitelikler sundular. Maalesef ki terörizmin kurumlaşmasını anlamayanlar arasında dostlarımız da vardı. Çok çeşitli nedenler ile o sözde bayramlara gitmek ya da kutlamak için birbirleriyle yarış halinde olduklarından biz o terörün kurbanı olarak soykırıma uğrayan halkların yaralarına nasıl tuz bastıklarını dahi anlamıyorlardı. Bugün terör cumhuriyeti maskelerini ardına kadar indirdiğinden dolayı belki biraz daha empati olanağı gelişebilir.

Ermeni soykırımından hemen sonra Pontos Rumlarına soykırım politikaları devreye sokulmuştur. Ama Ermeni soykırımından önce uzun ölüm yürüyüşleri de önce Kücük Asya’da deneyimlenmiştir. Hepsi de savaşlar bahane edilerek yürürlüğe sokulmuştur. Halkımız bunları daha önceden deneyimlediği, bildiği için 1) Türk çetelerinin her fırsatta halka saldırması, 2) Balkan savaşları sonrası balkanlardan gelen Müslümanların zorla Rum köylerine yerleştirilmeye çalışılması 3) Birinci dünya savaşı bahane edilerek zorunlu askerlik için Amele taburlarına gidecekleri zaman başlarına ne geleceğini insanlar iyi bilinmesi 4) Ruslar bahane edilerek 1916 da devreye sokulan ölüm yürüyüşleri, yine 1921-22 yılında Yunanistan bahane edilerek gerçekleştirilen ölüm yürüyüşleri ve unutmadan İstiklal mahkemelerinin gayri hukuki ,gayri insani kararları halkımızı bulundukları yerlerde harekete geçirmişti. Fakat merkezi bir şeyden söz etmek çok söz konusu değil, halk daha çok saldırılara göre cevap veriyor ona göre örgütleniyor ve dağa çıkıyordu. Yani bilse çete saldırılarında, amele taburlarında, ölüm yürüyüşlerinde, İstiklal mahkemeleri kararlarıyla ölmeyecek, eşine, kızına tecavüz edilmeyecek o dağlara çıkmazlardı. Tüm bu saldırıla karşı birçok alanda yerel direnişler vardı ama Bafra’da (Nebiyan dağı) ve Santa’ da (Gümüşhane-Trabzon) Halkımızı savunmak için çok uzun direnişler oldu. Hem de kıt kanaat imkanlar ile çok büyük zorluklar içerisinde halkımız soykırımcılara karşı direndi. Birçok bölge de ölüm yürüyüşlerinden, çetelerden, merkez ordusunun katliam ve zulümlerinden insanlarımızı kurtarmışlardır. Çok net söylüyorum o dönemde insanüstü çabalarıyla mücadele eden partizanlar olmasaydı soykırımda kaybettiğimiz insanlarımız belki de ikiye katlanırdı. Gözü dönmüş canilere karşı halkımızı savunurken ölümsüzleşen tüm partizanları saygı ve minnetle anıyorum

Son söz yerine..

Her şeye rağmen karamsar değilim, kanımca her şey değişir, hiçbir zaman karamsar olmadım ama her zaman diyorum büyük kesimlerden önce, kitlelerden, halklardan önce onun adına siyaset politika yapıyorum diyenlerin bu durumla yüzleşmesi lazım. Türkiye solunun büyük kesimi yine bu terör cumhuriyetini kutsayacak açıklamalar ya da kutlama mesajları yayınlayacak. Kürtler açısında baktığımızda ise Pontos Soykırımının 100.yılında bizler ile olmak yerine, acımızı anlamak yerine terör cumhuriyetini kutsayan partiler ile Samsun’a gidemediği için Pervin Buldan’ın hayıflanmalarını izlemek zorunda kaldık. Daha sonra ise 23 Nisan vesilesiyle HDP eş başkanı Mithat Sancar’ın soykırımımızı yürüten meclise güzellemelerini dinlemek zorunda kaldık. Umarım bu retorik 29 Ekim dolayısıyla da devam etmez. Bu tartışmayı çok da açmak istemiyorum, çünkü birçok platformda çok kez açtık. Şimdi yüzyıl önce yaşadığımız soykırım zamanın üç akımın da uzlaşarak yaptığı bir şeydi. Birçok konuda birbirleriyle çelişkileri olan Osmanlıcıların, İslamcıların ve Türkçülerin Ermeni ve Rum soykırımında nasıl birleştiklerini gördük. Bugün bu coğrafyanın Türkleştirilmesi konusunda son engel Kürt halkı ve onun iradesidir. Geçmişte Hristiyan nüfusa karşı bir araya gelen bu üç akımın günümüzdeki temsilcileri yine bu temel de birbirleriyle uzlaşmış durumdalar. Ben irilerini söyleyeyim, siz küçüklerini tamamlayın. Bu ittifak AKP-MHP-İP (dışardan CHP ve İYİ parti) genel hatlarıyla bu şekilde oluşuyor. Amaçları Misak-i Milli dedikleri bölge de yüzyıl önce başlatılan Türkleştirme politikasını sona erdirmek. Dikkatinizi başka bir yere daha çekmek isterim.Geçmişte liderlik daha seküler hareket olan İttihatçılardaydı şimdi ise Osmanlıcı ve İslamcı karışık koalisyonda, bunlar sadece bu coğrafyanın Türkleştirilmesi için değil aynı zamanda ‘Selefi-Vahabi’ mana da İslamlaştırılmasını tamamlamak için start verdiler. Bir taraftan gözleri Kafkasya’da, bir yandan gözleri Irak ve Suriye’de, Rojava’da, ayrıca Batı’da, Akdeniz’de, şimdi Kürtler başta olmak üzere bölge hakları ve devletleri neyi istedikleri ile ilgili net kararlarını vermek zorundalar.

1) Kürtler artık bu terör cumhuriyetinin kendilerine bir şey vermeyeceğini anlamak zorundalar, o yüzden de bu terör cumhuriyetini meşrulaştıran söylem ve eylemlerden vazgeçmeliler. Bugün Kürtler ağızlarıyla kuş tutsalar bunlara yararlanamazlar. Çünkü bugün yaptıkları terörün ana nedeni zaten Kürtlerdir. Kürtler bugün onları amaçlarına taşıyacak bir araçtan başka bir şey değil. Soykırımı gelenek haline getirmiş, hatta soykırım terörü üzerinden devletleşmiş bir yapıdan bahsediyoruz. Dün nasıl Ermeni öz savunma birliklerini, Rum öz savunma birliklerini yapacağı soykırıma malzeme olarak kullanmış ise bugün de benzer bir durum Kürtler ve iradesi için söz konusudur. Aslında Kürtlerin yaşadığı bu ikilem mücadelerine de yansıyor ve onlar soykırımı planlarken bir rehavetin saflarında yayıldığını görebiliyorsunuz. Benzer hatayı biz yüzyıl önce yaptık o yüzden iyi biliyoruz.

2) Bölge devletleri de artık Türkiye devletiyle ilgili bir ulusal politika belirlemek zorunda, özellikle Yunanistan ve Ermenistan, Türkiye devletinin saldırganlığı ortada ve yüzyıl önce nasıl bir yayılmacı politika izliyorsa bugün de benzer bir politikayı hayata geçirmiş durumdalar. Bu nedenle hem Türkiye devletiyle ilgili ulusal politikalar belirlenmek zorundalar hem de her Kürtler ile ilişkilerini samimi bir düzeye getirmek zorundalar. Bugün tüm eksiklerine rağmen Türkiye ırkçı, inkârcı, yayılmacı devletine karşı durabilecek en devrimci halk hala Kürtlerdir. Bu nedenle fırsatçı, çıkarcı yaklaşımlar yerine başta Yunanistan , Ermenistan olmak üzere bölge hakları ve devletlerinin Kürtler ile samimi bir ilişki geliştirmesi bugün en elzem görevdir diye düşünüyorum.

3) Türkiye kesiminde bulunan sol, anarşist, devrimci, demokrat kesimlerin de benzer yaklaşımları göstermesi gerekiyor. Bugün artık kimler ile nerede duracağımızı, nasıl ve kime karşı mücadele vereceğimizi, kimler ile dayanışma halinde olacağımızı ortaya koymak zorundalar. Şunun kararını vermek zorundayız, yüz elli yıllık bir sistemi değiştirmek için mi mücadele vereceğiz, yoksa bu köhnemiş Terör devletinin yeniden yapılanmasına mı hizmet edeceğiz.

23 Nisan,19 Mayıs ,29 Ekim günlerini ele alırken tüm bunları düşünmek gerekiyor. Yüzleşme dediğimiz şeyde bunlara karşı tutumumuzun nasıl olacağı ile ilgilidir, bu yüz elli yıllık terör devletinden vaz geçecek gücümüz varsa o zaman yüzleşme için de her zaman şansımız var demektir. Bu lanet terör devletini yapılandırmak için milyonlarca kurban verdik, çoğu bu topraklarda mezarsız şekilde yatıyor, milyonlarca kurbana borcumuz var, borcumuzu ancak bu terör devletinden kurtularak verebiliriz. Bu bir insanlık görevidir ve sadece Kürt halkının omuzlarına bu sorumluluğu yıkmak asla doğru değil, bu coğrafya hepimizin evi ve evimizi bu gözü dönmüş yağmacılardan kurtarmak için elimizi değil gövdemizi taşın altına koymalıyız