Barış İçin Aktivite
Barış I Eirini I Peace I Aşiti

Kısaca benim militarist geçmişim ve anti-militarist dönemime geçiş sürecim

"Halkı askerlikten soğutmak diye bir suç olamaz, halkı askerlikten soğutmak suçlaması varlığını asıl vicdani rettin hak olarak tanınmamasından alır."

0 56

Halkı askerlikten soğutma iddiası ile Uludere Asliye Ceza mahkemelerinde defalarca yargılandım. Hatta birkaç davadan da cezalandırıldım, fakat ısrar ile Halkı askerlikten soğutmak için neden can pareşekilde mücadele yürüttüğümü daha iyi anlayabilmeniz için kısaca kendi geçmişime dair mahkemenizi bilgilendirmek ihtiyacı duyuyorum.

Bu yüzden kısaca militarist sistem ile bağlarımı ve nasıl anti-militarist tavrı tercih ettiğimi anlatmak isterim. Ben Samsun’un Bafra ilçesinde doğdum ve askerliğe gelinceye kadar Bafra dışına bir iki seyahat dışında nerede ise çıkmadım. Bizim oraların yakın tarihine baktığımız da pek de hoş şeyler ile karşılaşmayacağımızı sizde biliyorsunuzdur. Bunun son örnekleri ise Ogün Samast ile Hrant dink cinayeti ayrıca Trabzon’da ve Samsun’da Hristiyan din adamlarına saldırılar ile görebilirsiniz. Bu şekilde nefret saldırıları gerçekleştiren gençler biz 90’lı yılların sıcağın da birçok kirli şeye bulaşmış olanların alt kuşaklarıydı. Bizler de belki Abdullah Çatlılarının bir alt kuşağıydık.

Bugün olmasa da hükümet bizim gibilerin 1937-38 dersim katliamında neler yaptığını kabul etmiş, yüzleşme için bir kapı aralamıştı. Hatta bu durumu daha yakın tarihe çekerek 80 darbecileri ile yüzleşmek için referandum dahi yapılmıştı. AKP Hükümetleri belki de bu zamana kadar hiç kimsenin yakalayamadığı tarihi bir fırsat yakalamıştı. Sol’un da bu anlamda bir kısmının desteğini dahi almıştı, işte ‘Yetmez ama Evet’ çiler bu kesimi ifade ediyordu. Hep beraber bu sürecin nasıl elimizden kayarak kaçıp gittiğinin canlı şahitleriyiz.

Ben hesaplaşılmayan o darbeci 80’li yılların ürünü faşist kafatasçı bir birey olarak Bafra’da şekillendikten sonra askerlik dönemim geldiğin de yine bugün devlet politikası olarak düşündüğüm birçok Karadenizli gibi doğu’ya savaşa askere gönderildim. Gerçi o dönemde bu durumdan hiç de şikâyetçi değildim, hatta bilakis ben de savaşmaya gitmeye can atıyordum. Nasıl bir sürecin parçası olacağımızı bilmeden yangın yerinin ortasına düştük. Sonrasını da ben anlatırım da buna zamanımız yetmez fakat o süreçte neler yapıldığını, savaş ve insani hukuk nasıl ayaklar altına alındığını bilmeyen yoktur. Bizim coğrafyamızda Kürt halkına karşı yürütülen savaşın nelere yol açtığını hepimiz iyi biliyoruz. O dönemin kirli savaş konsepti günümüzde ki bir çok sorunun nedeni olduğunu söyleyebilirim. Tabi bu durumun daha da ağır arka planı var ki Cumhuriyetin kurulduğu yıllardan daha önceki süreçlere gittiğini bugün rahatlık ile söyleyebiliriz. Belki bu durumdan rantlanan yani savaş sürecinden rantlanan kesimlerin işine geldiği için bu durumdan hiç rahatsız olmayabilirler. Benim için böyle bir durum söz konusu değil, Kürt halkına karşı yürütülen savaşa sadece ezber ve yanlı bilgiler yüzünden dahil oldum. Yine bu ezber bilgiler yüzünden o dönem kendimi Türk milliyetçisi MHP’li olarak adlettim. PKK ile mücadele adı altında aynı bugün olduğu gibi Kürt halkına karşı görülmemiş nefret ile kirli bir savaş yürütüldü. Ben o dönem asker olarak Şırnak bölgesinde yürütülen kirli savaşın bir parçası oldum. Belki bugün adil bir yargılama olsa tüm özürlerin dışında o süreçteki suçlarımızdan dolayı uzun bir hapishane süreci bizi bekliyor olurdu. Fakat böyle bir durum olmadığı gibi ,bugün bizim 90’lı yıllarda işlediğimiz birçok insanlık ve savaş suçu işlendiğini yine üzülerek bu bölgede yani Şırnak’ta yaşayan biri olarak görmekteyim.
Tüm bu süreçleri görüp de kendini özeleştiriye tutmayan kişi ancak tam bir taş olabilir diye düşünüyorum. Çünkü tüm bu yaşananlar karşısında taş olsa orta yerinden çatlardı. Ben de doğal olarak kendimi uzunca bir süreç alacak fakat Irkçı-militarist olarak başladığım bu hayatta ki yolculuğuma anti-militarist şekilde devam edecek bir özeleştiri sürecine tabi tuttum. 90’lı yılların sonundan itibaren halkların ve inançların canını okuyan savaşlara karşı tutum alarak anti militarist ve vicdan retçi oldum. Bu durumu anlamak zorundasınız, bu durum mesai saati gibi değil yani cezalandırmalara tabii tuttuğunuzda bu durum geçmiyor, ya da bu cezaların sonucu bizleri hapishanelere koyduğunuz da hiçbir şekilde bu durum değişmeyecek. Bazı insanlar şanslıdır koşulları uygun olduğu için sadece okumak sureti ile öğrenirler, bazı insanların doğduğu yeryüzünden böyle bir şansı olamaz ve benim gibi kötü deneyimler sonucu bir şeyleri bilince çıkarır. Bugün canpare çırpınışım ve mücadelem hiç kimse benim yolumdan geçerek savaşların militarizmin kötü olduğu sonucuna ulaşmasın, o günün kötü deneyimleri bugün yaptığım şeyleri önüme insanlık sorumluluğu olarak koyuyor. Bugün anti-militarist savaş karşıtı mücadele yürüttüğüm yerde olmamı sağlayan şey işte geçmiş kötü deneyimlerim olduğunu size rahatlıkla söyleyebilirim. Kısa bir geçmiş okumasından sonra sürekli aynı durumdan yargılanmamıza neden olan halkı askerlikten soğutma suçu denilen şeye kısaca bakalım
Avrupa konseyi Bakanlar Komitesi bu konu da 2011 tarihinden itibaren Türkiye devletinin adım atmasını bekliyor

Türkiye devleti kendisinin de bağlı olduğu Avrupa konseyi ülkelerinin de vicdani retti tanımayan bir iki ülkeden biridir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi (AKBK) 2011 eylül ayı toplantısında, vicdani retçi Osman Murat Ülke’nin Türkiye’ye açtığı ve kazandığı dava üzerinden hazırladığı raporda, Türkiye’nin aralık ayına kadar vicdani ret hakkı ile ilgili atacağı adımları belirlemesini istemişti. O dönemden beri Türkiye sürekli vicdani ret konusunda bir şeyler yapacağı taahhütlünü veriyor. Fakat yargılanmamızdan da görülecek üzere Türkiye devleti bu konu da hala bir adım yol almış değil, peki o dönemden günümüze yol alamadığımız TCK 318 madde yani Halk askerlikten soğutma suçu denilen garabete birlikte bir bakalım istiyorum

Halkı askerlikten soğutmak diye bir suç olamaz, halkı askerlikten soğutmak suçlaması varlığını asıl vicdan rettin hak olarak tanınmamasından alır.

Halkı askerlikten soğutma suçu :TCK md. 318, “(1) “Askerlik hizmetini yapanları firara sevk edecek veya askerlik hizmetine katılacak olanları bu hizmeti yapmaktan vazgeçirecek şekilde teşvik veya telkinde bulunanlara altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir.” (2) fiil, basın ve yayın yolu ile işlenirse ceza yarısı oranında artırılır.’’ diyor

TCK madde 318’in Anayasa’da var olan Anayasanın 2 maddesi yani hukuk devleti olması , Anayasanın 25. maddesi düşünce ve kanaat hürriyetini, 26.maddesi ise düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetini güvence altına alması , Anayasanın 13 maddesinin Bu minvalde, TCK’nın 318. maddesinin Anayasanın 25 ve 26. maddelerinde güvence altına alınan temel hak ve hürriyetlere getirilmiş bir sınırlama hükmü niteliğinde olabileceği düşünülecek olsa dahi Anayasanın 13. maddesinde öngörülen sınırlama nedenlerinin hiç birine de uymadığı, Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu kararlarda da görülebileceği gibi “özgürlükler ancak; istisnai olarak ve demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde sınırlanabilir.

Demokratik hukuk devletinde, güdülen amaç ne olursa olsun, özgürlük kısıtlamalarının bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir özgürlüğün kullanılmasını ortadan kaldıracak düzeye vardırmaması gerektiği , Atılı suçun maddi unsurunun ‘Askerlik hizmetini yapanları firara sevk edecek veya askerlik hizmetine katılacak olanları bu hizmeti yapmaktan vazgeçirecek şekilde teşvik veya telkinde bulunmak’ olduğu düşünülecek olursa; ceza kanunu tarafından yasaklayıcı sonucu doğuran fiilin neyi kapsadığının açık olmadığı da ortaya çıkacaktır. Hukuken üzerinde uzlaşı sağlanamamış ‘teşvik’, ‘telkin’, gibi ifadelerin bireyin temel hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasına sebebiyet verecek şekilde yorumlamaya cevaz verecek olması ihtimali -aşağıda belirtilecek başka gerekçelerle de kanunun lafzının açık ya da belirli olmamasından ileri gelmektedir.
Bilindiği üzere, ceza hukukunun en kadim ilkelerinden olan ve Anayasanın 38. maddesinde de hüküm altına alınmış olan ‘kanunilik ilkesi’, ‘suç ve cezaların açıklığı/belirliliği ilkesini (lex certa)’ zorunlu kılar. “Suçun unsurları, suç karşılığında verilecek ceza, ağırlatıcı nedenler yasada açıkça belirlenmiş olmalıdır. Aksi takdirde yapılan hareketin suç oluşturup oluşturmadığı konusunda tereddüde yer verir ve bundan suç ve cezada keyfilik doğacağından (Centel, Zafer, Çakmut; Türk Ceza Hukukuna Giriş, s.56, İstanbul, 2005)”. Ayrıca TCK md. 318, dosya içinde mevcut beyanlarımız ve yukarıda izah edilen gerekçelerle usulüne göre imzalanıp yürürlüğe konulmuş uluslararası insan hakları hukuku sözleşmeleri ile bu sözleşmelerin uygulanmasına dair kararların içeriğine açıkça aykırılık teşkil etmektedir. Dolayısıyla Anayasa md. 90/son ile hüküm altına alındığı üzere bu düzenlemelerin iç hukukta doğrudan uygulanması ilkesi TCK md 318 ile ihlal edilmekte ve Anayasaya aykırılık ortaya çıkmaktadır .

Avrupa konseyi Bakanlar komitesinin 2011 eylül ayı toplantısında Osman Murat Ülke’nin davası üzerinden hazırladığı raporun ardından başlayan ve her sene aralıksız belirttiği üzere ve ayrıca Türkiye devletinin altına imzalar attığı uluslararası belgeler gereği de ,anayasa md. 152 gereğince Anayasaya aykırı olup iptali gereken 6549. Sayılı yasanın 13. Maddesi ile değişik 5237 sayılı TCK’nın 318. maddesi Anayasa Mahkemesi’ne götürülmeli ve bu kanun maddesi kaldırılmalı , bu durum ile de yetinilmeyerek aynı şeyden sürekli yargılanmamız ile ortaya çıkan mağduriyetimizin asıl kaynağı olan Anayasa’nın 72 maddesi : – Vatan hizmeti, her Türkün hakkı ve ödevidir. Bu hizmetin Silahlı Kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir maddesi ve ayrıca 21 Haziran 1927 günlü 1111 sayılı Askerlik Kanunu’nda “Askerlik hizmeti Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı her erkek için zorunludur.” diyen askeri kanununun ortadan kaldırılarak veyahut revize edilerek vicdani ret düzenlemesi gerekmemektedir. Yukarıda açıkladığım üzere böylesi kanunların bir kısmını anayasal zorunluluk gereği olarak yargı gidermek zorundayken, diğer kısmını ise yasama ve yürütme organların yapması gereken şeylerdir.

Mahkemelerde en çok karşımıza çıkan şey Ulusal güvenlik ve yaptığımız açıklamaların firare neden olması, ya da askere gelecek olanların gelmesini engelleme vurgusudur. AİHM Düzgören kararında Ulusal güvenliğe ve çeşitli bahanelere karşı İfade özgürlüğü diyerek Türkiye devletini mahkum etmiştir Bu kararın ortaya koyduklarını da kısaca sizler ile paylaşmak istiyorum

AİHM’nin ifade özgürlüğünü incelediği hemen hemen tüm kararlarında ifade etti üzere ifade özgürlüğü, sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen ‘bilgi’ ve düşünceler için değil, aynı zamanda devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şok eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir.

Bir vicdani retçinin ifade ettiği düşünceleri çok sert ifadeler içerse dahi şiddeti teşvik etmediği veya nefret suçu oluşturmadığı sürece ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmek zorundadır. Kişinin ifade özgürlüğüne yapılacak bir müdahalenin AİHM içtihatlarında ad vurguladığı üzere kanuni bir temelinin olması, meşru bir amaca dayanması ve her şeyden önemlisi demokratik bir toplumda müdahaleyi kaçınılmaz kılması gerekmektedir.

Anayasada “düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” başlığıyla düzenlenen maddenin ilk fıkrasına göre “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.”

AİHS’nin ifade özgürlüğünü düzenlediği 10. Maddesi’ne göre:

“1. Herkes görüslerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir almak ve vermek özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema isletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.

2. Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç islenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.”
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kendisine yapılan çeşitli başvurularla halkı askerlikten soğutma suçunu değerlendirmiş ve Türkiye’yi ifade özgürlüğüne hukuka aykırı olarak müdahale ettiği gerekçesiyle mahkum etmiştir. Bu kararlardan “Düzgören v. Türkiye” kararında (56827/00, 9 Kasım 2006) ifade özgürlüğünü sınırlandırmanın sınırı konusunda hükümetin yaptığı savunmayı kabul etmemiştir. Hükümetin yaptığı savunmanın merkezini ise Türkiye’de zorunlu askerlik hizmetinin, ulusal güvenlik ve kamu güvenliğini korumak için gerekli olduğu iddiası oluşturmaktadır. Hükümet, yasalarca öngörülen bu zorunluluğa karsı gerçekleştirilecek herhangi bir eylemin, yasalara karsı gelmeye teşvik etmek olacağını ifade etmiştir(Düzgören/Türkiye, sf. 4) Ancak mahkeme, hükümetin bu konudaki savunmasını demokratik toplum açısından bir zorunluluk taşımadığı gerekçesiyle kabul etmemiştir.
AİHM, söz konusu broşürün içeriğini incelemiştir ve broşürde kullanılan sözcüklerin, metinde askerlik hizmeti ile ilgili düşmanca bir çağrısın yapmasına karsın, bu sözcüklerin, şiddete, silahlı direnişe ya da ayaklanmaya teşvik etmediğine, nefret söylemi olmadığına karar vermiştir(Düzgören/Türkiye, sf. 5). Somut olayda bulunduğum açıklamalar ya da yaptığım paylaşımlar da şiddete veya silahlı direnişe hiçbir çağrı bulunmamakta olup mahkemeniz tarafından bu hakka yapılacak müdahale hukuka aykırı olacaktır.

AİHM “Düzgören v. Türkiye” kararında AİHS’nin 10. Maddesi ihlal edildiğine hükmetmiştir(Düzgören/Türkiye, sf. 4) Somut olayda hakkımızda verilmesi ihtimal dâhilinde olan bir mahkûmiyet kararı da ifade özgürlüğünün ihlali anlamına gelecektir. Belirtmek gerekir ki son zamanlarda da “Askere Gitmeyin” adlı internet sitesinden dolayı hakkında Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde TCK 318. Maddeden dava açılan Mehmet Ali Başaran ve yine aynı maddeden İnan Aru hakkında Muğla 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava açılsa da şahısların ifade özgürlükleri korunarak beraat etmişlerdir. Somut olaydaki yargılamanın da bu örneklerden pek bir farkı bulunmadığı için beraat kararı verilmesi gerekmektedir.

Son zamanlardaki bu davalarda önce beraat yerine mahkumiyet cezası verilmiş ve yargı aşamasının ardından Türkiye, AİHM’de birçok davada ihlal kararı nedeniyle mahkum olmuştur. Tüm bu mahkûmiyet kararları sonucunda Kanun Koyucu Türk Ceza Kanunu’nun 318. maddesinde değişikliğine gitme ihtiyacı hissetmiştir. Üstelik bu madde değişikliğini içeren kanunun isminin “İnsan hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun” olduğu büyük dikkat çekmektedir.
İlgili Kanun maddesinin değişikliği üzerinde 28 Mart 2013 tarihindeki komisyon tartışmaları konumuz açısından ve ilgili kanun maddesinin uygulanması açısından yararlı olacaktır. Dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in de vurguladığı üzere “AİHM, halkı askerlikten soğutma suçuna ilişkin olarak verdiği kararlarda cezalandırılan fikirlerin ifade edildiği koşullar, potansiyel etkileri bakımından şekil ve içeriği itibarıyla acil bir firara yol açmayı amaçlayıp amaçlamadığını esas almaktadır. TCK’nın 318’inci maddesi uygulanmak suretiyle verilen mahkûmiyet kararları, son dönemde Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından AHİM ve Yargıtay içtihatlarında tanımlanan ifade özgürlüğüne aykırı olduğu gerekçesiyle bozulmaktadır. ” (28 Mart 2013 tarihli Meclis Adalet Komisyonu Tutanağı, sf. 5)
Ancak önemle vurgulamak gerekir ki ilgili maddeden dolayı verilen mahkûmiyet kararlarının bireysel başvuru sonucu özellikle AİHM’den ihlal sonucuyla dönmemesi için bu maddenin hiçbir şekilde uygulanmaması gerekmektedir. Ancak dönemin Adalet Bakanı’nın açıklamalarıyla temsil edilen irade sonucu yapılan değişikliğin amacı halkı askerlikten soğutma suçunun ancak acil bir firara yol açması durumunda uygulanması yönündedir.

Somut olayda ise benim yaptığım paylaşımlara bakıldığında gerçekleşmiş olan acil bir firar söz konusu değildir. İlgili 318. madde dikkatle incelendiğinde “Askerlik hizmetini yapanları firara sevk edecek veya askerlik hizmetine katılacak olanları bu hizmeti yapmaktan vazgeçirecek şekilde” diyerek tam olarak madde değişiklik amacı yönünde formüle edilmiştir .Bu yüzden Benim hakkımda başlatılan soruşturma ve dava için mahkemeniz AİHM’in “Düzgören v. Türkiye” kararını dikkate almalıdır.
Gerçekleştirdiğim açıklamalar ve paylaşımlara bakıldığında ‘acil bir firara’ yol açacağını ve ‘ulusal güvenliği’ tehdit oluşturacağını iddia etmenin hiçbir hukuki temeli olmayacağını düşünüyorum . Durum niyetimin dışında böyledir, yoksa keşke kimse hiçbir militarist organizasyonun parçası olmasa desem de böyle bir şeyin varlığından söz etmek olası değildir. Yukarıda açıklanan gerekçelerle kanun koyucunun TCK’nin 318. Maddesini değiştirmekteki amacı vicdani retçilerin eylemlerini bu kapsam dışında bırakmak olup verilebilecek olası mahkûmiyet kararları kaçınılmaz olarak ifade özgürlüğünün ihlali anlamına gelecektir. Aslında olması gereken yukarıda bir çok kez açıkladığım gibi halkı askerlikten soğutma suçu diye bir suçun olmamasıdır. Tabi halkı askerlikten soğutma suçu ise asıl kaynağını yine yukarıda açıkladığım gibi ise vicdani ret hakkının tanınmamasından alır. Bu yüzden Bir an önce yasa koyucular vicdani rettin bir hak olarak tanınması için çaba sarf etmeleri gerekir
Bugün geçiş sürecindeyiz, bu savaş sonsuza kadar sürmeyecek, bu geçiş dönemin de mahkemeler ve yargıçlar pek alışık olmasak da var olan yasaları daha güvenlikçi değil, daha özgürlükçü yorumlarsa, yaşamımızın uzun bir bölümünü mahkemelerde geçmesini önlerken, Türkiye’nin geleceği için de olumlu adım atarak belki bir nebze de olsa siyasetçileri bile cesaretlendirmiş olurlar.
Yukarı da açıklanan sebeplerle yaptığım açıklama ya da paylaşımlar AİHS’nin 9. Maddesi kapsamında korunan din ve vicdan özgürlüğü ile AİHS’nin 10. Maddesinde korunma altına alınmış olunan ifade özgürlüğü çerçevesinde hakkın kullanılması olup Türk Ceza Kanunu’na göre hakkını kullanan kişiye ceza verilemez. Kaldı ki eylemlerimin bu kapsamda değerlendirilmezse dahi eylemlerimin maddede tanımlı etkinliğe ulaşmadığı göz önüne alınarak beraatimi talep ediyorum

20.10.2016 tarihinde yapılmış olan mahkemeye vermiş olduğum savunmam